30 Eylül 2010 Perşembe

Bu ayki kitabımız ve aynı zamanda blogumuzun seçtiği ilk kitap Patrick Suskind'in yayınlandığı tarihte Almanya'da büyük ilgiyle karşılanan romanı Koku.Roman hiç kokmayan ama her türlü kokuyu olağanüstü bir hassasiyetle alabilen bir adamın 17. yy Fransa'sında geçen hikayesi.Bir on sayfa kadar okudum dünden beri ve kitap aynı zamanda dönemle ilgili çok ilginç ve güzel bilgiler veriyor.Kaldı ki Suskind bir tarih uzmanı. Kitabın benim ilgimi çekmiş olmasının sebebi Murat Gülsoy'un kurs sırasında önermiş olması.Kurmaca eserlerde beş duyuya hitap etmenin öneminin hepimiz farkındayızdır.İşte kitap bunlardan koku duyusunun nasıl kullanılacağıyla ilgili önemli bir örnek. Herkese iyi okumalar efendim.

Dipnot: Buluşma tarihimiz 19 Ekim'den sonra kitabı okuyan herkes cememr2000@gmail.com adresine kitapla ilgili eleştiri yazılarını gönderebilir. Uygun gördüklerimizi yayınlayacağız...

21 Eylül 2010 Salı

İYİ NİYETLİ BİR ÇABA


Vapurda terkedilmiş bir gazete parçasından öğrendiğim bir kitap eleştiri ifadesi bu. Şansıma birisi radikal kitap ekini oturduğum yerde bırakmıştı bende okudum. Orta sayfalarda bir yerde Cem Şancı”nın son kitabı için yazar, iyi niyetli bir çaba demek isterdim ama maalesef değil diyerek kitap hakkındaki görüşlerini özetliyordu.

Oysa ki ben Alper Canıgüz’ün Gizliajans kitabı için rahatlıkla bu ifadeyi kullanabilirim. Hatta vaadettiklerinin ötesini başardığını düşünüyorum. Ancak Canıgüz ün şanssızlığı İ.Oktay Anar ve Orhan Pamuk gibi efsaneleşmiş, edebi ödülleri bir bir toplamış, yazarlarla aynı yayınevinden kitabını çıkarması. Birçoklarına şans gibi görünebilecek bu durum aslında okuyucudaki edebi beklentiyi yükseltmesi açısından aleyhinize olabiliyor.
Eski bir reklam yazarı olan Alper Canıgüz, Kaan Sezyum gibi karikatür dünyasından göndermelerle psiko absürd komedi gibi nitelemelerle zaten işin mizah tarafında olduğunun altını çiziyor ancak okur mizahla harmanlanmış bir edebi tat bekliyor. Hevesi kursağında kalan okurun elinde kalan daha çok “dedi al yazmalım selvi boylum” gibi hoş göndermeler, temiz, yanlışsız bir dil

KARANLIĞIN YÜREĞİ


Kurtz kimdi? Kurtz neydi? Kurtz neyi temsil ediyordu?Nişanlısı için kişisel narsizminin objesini, yerliler için kutsalı, şirket çalışanlarınca efsanevi iş başarısını, gücü. Kurtz herkesin gerçekleşmemiş hayaliydi belki de…Geçtiğimiz yıl İKSV Film Festivali kapsamında gösterilen, “Apocalypse Now” filmine esin kaynağı olan roman, modernist edebiyatın yapı taşlarından sayılıyor. Roman Joseph Conrad’ın en önemli eseri belki de.

Ben romancının , dili iyi kullanan, hayat deneyimi fazla, ve maceracı olanını severim…Joseph Conrad böyle bir yazar işte. Tüm ilkgençliğini yazar olma hevesiyle geçirmiş, kaderin cilvesiyle hayatının önemli bir kısmını gemilerde çalışarak geçirmiş maceracı ve aksiyon adamı bir edebiyatçı. Özetle Conrad, ne ayaklarına yün çoraplarını geçirmiş soğuk kış gecelerinde altını çize çize kitap okuyan gözlüklü, içe dönük bir entelektüel, ne de türlü türlü maceradan sonra ellisine varınca anılarını yazmaya karar veren, edebiyatla, entelektüellikle ilgisiz bir macera adamı.

Belki de onu böylesine benzersiz kılan da bu heryerden almışlığı. Kitap da zaten Kongo ya yaptığı yolculuklarda yaşadıklarından yola çıkarak anlatılmış lirik bir efsane.

44 INSIDER SECRETS THAT WILL GET YOU HIRED


Bu sefer bir kendine yardım kitabıyla karşınızdayım. Krizin dibine vurduğumuz şu günlerde; işsizlik cumhuriyet tarihinin en yüksek oranlarına ulaşmış durumda. Bu blogun yazarı da 6 aylık bir işsizlik sürecini heniz tamamlamış bir kişizade. Bir yıl önceki iş arama sürecimde sipariş edip, tam iş bulduğum sırada elime ulaştığından, pek okumadığım bu kitap, son dönem iş arama süreçlerimdeki başucu kitaplarımdan biri oldu. Kitabı www.amazon.com dan temin edebilirsiniz.Cevabını bulmaya çalıştığım birçok soruya cevap buldum ve gerçekten ufkum açıldı. Bu yüzden keşke türkçe ye çevrilse de herkes faydalansa dediğim kitaplardan biriydi. Adı “44 Insider Secrets That Will Get you Hired”, yazarı Cynthia Shapiro. Shapiro yıllarca büyük şirketlerde insan kaynakları alanında çalışmış fevkalade yetkin bir uzman. Bir süre sonra kendi işini kurarak adaylara iş bulmalarında yardımcı olacak bir “career re..” hizmeti veren bir şirket kuruyor ve bu kitap da işte bu deneyimlerden şekilleniyor.

SOĞUKKANLILIKLA


Ben ne tuhaf biriyim yahu! Gecenin bir yarısı normal insanlar sevgilisine şiir falan yazar ben oturmuş bir cinayet romanına blog yazıyorum. Neyse efendim sevgili blog ahalisi siz de bendeninizi böyle kabul edin, ben de dışavurayım kendimi.Bu kitapla ve ince sesli Truman Capote’la tanışmam, Capote’nin (kapoti diye okunuyor) hayatını anlatan film vesilesiyle oldu. Philip Hoffman’ın (Bkz. http://www.imdb.com/title/tt0379725/) başarıyla canlandırdığı karakter, nevrotik ve eğlenceli, alt sınıftan gelme , burjuva çevresinde pek sevilen, esprili bir adamdır. Filmin tabii en esaslı tarafı hikayesini yazdığı olayı araştırmak için gittiği kasabada suçlularla kurduğu ilişkiler.Bütün bir süreci inceleme şansına sahipiz. Olayların oluşu, kitabın yazılışı ve sonrası.
Yeri gelmişken hikayeden bahsedelim. Hayatı yetimhanelerde ve cezaevlerinde geçmiş iki adam kısa süreli işçi olarak çalıştığı bir çiftlikteki baba, anne ve çocukları hunharca öldürür ve yargılama sürecinin ardından idam edilir.Adamın çiftlik sahibiyle, öldürdüğü kişilerle hiçbir alıp veremediği yoktur.Öylesine işlenen bir cinayet ve idam vardır ortada. Filmi izledikten sonra kitabı aldım ve okudum ve açıkçası olayı tüm

ALBAYA MEKTUP YOK


Kitabı okurken ilk defa Marquez okumuş biri olarak yüksek beklenti içindeydim. Marquez ödüllü yazarların olmazsa olmazlarına sahip bir yazar. Kafasında ayrıntılı bir roman dünyası hayal ediyor ve bunu başarıyla kağıda geçiriyor. Altmış beş sayfalık bir uzun öykü okuyup yazar hakkında atıp tutmak istemediğim için biraz öyküden bahsedeyim. Bir albay ve karısı var. Bunlar romanın iki ana karakteri ve karısı mantığı Albaysa gurur ve idealizmi temsil ediyor. Öldürülen oğluna ait Horozu satmamakta direnmesi Albay'ın karakteri hakkında en önemli bilgiyi veriyor. Erdem kitabın Marquez okumalarına iyi bir başlangıç olduğunu düşünüyor. Önümüzdeki günlerde Soholov'dan vakit bulursam Yüzyıllık Yalnızlık'ı okuyacağım mutlaka. Romanın oldukça karamsar bir atmosferi var.Bence eksiklerinden biri öldürülen oğul hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayaşımız. Horoz hakkında çok daha fazla bilgiliyiz. Okumuş olmaktan pişman değilim. Marquez'e dediğim gibi mutlak devam edeceğim.

GİZLİ EMİR

İzninizle bu yazıda bol bol ukalalık yapacağım. Anlatım sanatlarında iki yöntem vardır. Anlatmak ve Sahnelemek. Bir roman ya da öyküde sahnelemek ne kadar çoksa o kadar iyidir. Anlatmaktan mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Örneğin Melih sinirli bir insandı deyip bir karakteri tanımlayabilirsiniz ya da bir sahnede Melih'i birilerine sinirlenmiş bağırıp çağırırken gösterip okuyucunun onun sinirli bir insan olduğunu anlamasını sağlayabilirsiniz. Diğer türlü yaptığınızda didaktik olursunuz. Anlatım sanatlarında bir diğer kural;roman ve öykü yazmanın amacı karakter yaratmaktır. Kendi fikir ve görüşlerinizi kukla karakterleriniz yardımıyla anlatmak değil. Kuşkusuz edebiyatımızın gelişmesine Türk Yazın dünyasına önemli katkıları olmuş olan Anday önemli bir sanatçı ancak bu iki temel kuraldan bihaber ya da takmıyor.
İş Bankası yayınlarından çıkan versiyonda Syf 188 de "O günlerde Aktör Bilal, Percy Bysshe Shelley'in aşk üstüne bir denemesini okumuştu". diye başlayıp giden paragraf yazarın bu anlayışının doruğa çıktığı numunelik bir an. 1960 ihtilalinden birkaç yıl sonra yazılan roman ihtilalin baskıcı izlerinden fevkalade etkilenmiş görünüyor. 1984 George Orwell romanına bir türk yazardan gönderilen bir selam adeta. Bu anlamda Anday'ın değer katan anlayışını takdir etmemek mümkün değil.Pek tabii ki de kullanılan dil de bir şairi utandırmayacak nitelikte. Zaten benim itirazlarımda büyük ölçüde kurguya.

İNCİ GİBİ DİŞLER


Öncelikle ben bu kitabın nesini sevdim onu bir açıklayayım. Kitap ağırlıklı olarak Samet'in, Millat'ın ve Macit'in çelişkileri üzerine kurulu. Bir doğu batı meselesi var işin içinde. Modern çağda kimliğini kaybetme korkusuyla ayakta kalmaya çalışan bir baba figürü ve benzer kaygılara bambaşka tepkiler veren iki oğul var.Samet Batı'nın zehirine kendini kaptırdıkça daha fazla suçluluk duymaya ve giderek daha muhafazakarlaşmaya başlar. Millat fundamentalizme kayar.Macit'se zaten baştan beri kendi olmak istememektedir.Babasının tek elli bir garson yerine bir dişçi olmasını , adının Macit değil Mark olmasını istemektedir.Yine de meseleye entellektüelize ederek yaklaşır, bir anlamda tüm bu çelişkilerden entellektüelleştirme yoluyla kendini soyutlar. Bu batılılaşma meselesi tabii ki de yeni bir mesele değil.Hatta bugün yakın tarihi daha tarafsız gözlerle incelediğimizde batının da bir batılılaşma (modernleşme) sürecinden geçtiğini görüyoruz.İlginç olan, tüm bu çelişkilerin, ne batılı, ne de doğulu, Jamaika asıllı bir genç kızın gözünden anlatılmasıdır. Z.Smith mizahi gözlükleriyle Yahudiliği, Hristiyanlığı, Müslümanlığı eleştirirken aslında tüm yönleriyle, birbirlerini, cehennemlik, kötü, öteki olarak niteleyen tüm o aşırı uçların aslında ne

ZİYAN


Kitap üşüme izleğiyle açlıp üşüme izleğiyle kapanıyor.Yaratıcı Yazarlık kurslarına gidenler bilirler. Bir roman veya öyküde inandırıcılığı sağlamanın okuyucuyu romanın dünyasına sokmanın yolu beş duyuya hitap etmektir.Günday kitabın daha başlarında nöbet tutan askerin üşüme hissini bizlere kazandırarak hemencecik kendimizi o kışlada üşüye üşüye nöbet tutan bir asker gibi hissetmemizi sağlıyor. Köylü X ağa tabancayı Yüzbaşının masasına koyduğunda hapı yuttuğunu düşünen biz olduğumuzu zannediyor, korku krizleri geçiriyoruz halbuki o anda yün çoraplarımızla yatakta kitap okumaktayız ve Ekber ya da bir başka herhangi bir astsubaydan dayak yeme ihtimalimiz oldukça düşük.(zaten blog grubumuzda askerliğini yapmamış olan yok.Erdem dahil).
Hikaye çelişkidir.Ziyan atatürkçü bir çevrede yetişmiş biri için çok önemli bir çelişki üzerine kuruluyor. Atatürk'ü öldürmek isteyen bir hayali arkadaş ve Atatürk ve atatürkçülüğün tapınma mertebesine getirildiği bir kurumda ifa edilen vazife.Kitabın sonuna doğru Günday'ın Ziya Hurşit'i suikastten vazgeçirdiğini iddia etmesi akraba olduğu kişiyle yaşadığı suçluluk duygularının çocukça dışavurumundan başka birşey değil ve kurgusal açıdan tam bir facia.Üstelik zorlama ve gereksiz. İşin başından beri ısrarla belirtmek istediğim birşey var.

20 Eylül 2010 Pazartesi

MANİFESTO

1)Bu grup kitap okuyan kişilerden oluşan, kurmaca eserler üzerine yoğunlaşan, özellikle roman, öykü kitaplarının her ay seçilerek okunduğu, aylık toplantılarda tartışıldığı bir topluluktur.
2)Her ay okunacak kitap o ayın Grup Lideri tarafından seçilecek ve üyelere blog adresimizde duyurulacaktır.
3)Seçilecek kitaplar türkçe ya da çeviri öykü, roman türünde eserler arasından seçilecektir. Araştırma, inceleme, anı kitapları ayın kitabı olarak seçilemez.
4)Grup üyeleri toplantıya katılan asıl üyeler olarak en fazla 15 kişiden oluşabilir. Bunun dışında gruba kabul edilen her üye ayın kitabı ya da daha önce okuduğu bir başka kurmaca eser hakkında bloga yazı gönderebilir, yazılanlara yorum yapabilir.
5)Grup toplantıları sırasında futbol, ganyan, pornografik konular ve okuduğumuz kitapla çok ilgili olmadıkça siyaset konuşulamaz.
6)Grup üyeleri toplantılar sırasında diğer üyelere ve onların farklı görüş ve eleştirilerine saygı göstereceklerdir.
7)Grup toplantıları her ay istanbul'da seçilen bir mekanda gerçekleştirilecektir.
8)Yedinci madde sebebiyle 15 kişilik asıl üyeler her ay İstanbul'a gelebilecek veya İstanbul'da ikamet eden kişilerden oluşacaktır.
9)Seçilen kitapların üzerinde tartışılabilecek edebi değeri olan kitaplar olmasına özen gösterilecektir.
10) Seçilecek kitaplar daha önce grup üyeleri tarafından okunduysa bu üyelerin talebiyle değiştirilebilir.Bu nedenle ayın kitabı olarak birkaç alternatif belirlemekte yarar olacaktır.

NEDEN BÖYLE BİR TOPLULUK?

Aslına bakarsanız, çok ayan beyan, benim de sizlerin de duymaktan bıktığı birtakım gerçekler var. Ülkemizde kitap okuma oranlarıyla ilgili bazı istatistikler şöyle;

*Dünya ortalamasına göre kişi başına kitaba ödenen para 1.3 dolardır. Kişi başına kitaba; Norveçli 137 dolar, Alman 122 dolar, Belçikalı 100 dolar, Güney Koreli 39 dolar harcar iken biz Türkler sadece 0.45 dolar (45 sent) harcamaktayız.

*1990 yılında İran da 9289 kitap basılırken bundan iki yıl sonra bile ülkemizde 6151 kitap basılmıştır.

*Gençlerin; %61 i son bir ayda hiç kitap okumamış, %13.4 ü son bir ayda bir kitap okumuş, Ülkemizde en çok kitap okuması gereken kişiler gözüyle bakılan