21 Eylül 2010 Salı

ZİYAN


Kitap üşüme izleğiyle açlıp üşüme izleğiyle kapanıyor.Yaratıcı Yazarlık kurslarına gidenler bilirler. Bir roman veya öyküde inandırıcılığı sağlamanın okuyucuyu romanın dünyasına sokmanın yolu beş duyuya hitap etmektir.Günday kitabın daha başlarında nöbet tutan askerin üşüme hissini bizlere kazandırarak hemencecik kendimizi o kışlada üşüye üşüye nöbet tutan bir asker gibi hissetmemizi sağlıyor. Köylü X ağa tabancayı Yüzbaşının masasına koyduğunda hapı yuttuğunu düşünen biz olduğumuzu zannediyor, korku krizleri geçiriyoruz halbuki o anda yün çoraplarımızla yatakta kitap okumaktayız ve Ekber ya da bir başka herhangi bir astsubaydan dayak yeme ihtimalimiz oldukça düşük.(zaten blog grubumuzda askerliğini yapmamış olan yok.Erdem dahil).
Hikaye çelişkidir.Ziyan atatürkçü bir çevrede yetişmiş biri için çok önemli bir çelişki üzerine kuruluyor. Atatürk'ü öldürmek isteyen bir hayali arkadaş ve Atatürk ve atatürkçülüğün tapınma mertebesine getirildiği bir kurumda ifa edilen vazife.Kitabın sonuna doğru Günday'ın Ziya Hurşit'i suikastten vazgeçirdiğini iddia etmesi akraba olduğu kişiyle yaşadığı suçluluk duygularının çocukça dışavurumundan başka birşey değil ve kurgusal açıdan tam bir facia.Üstelik zorlama ve gereksiz. İşin başından beri ısrarla belirtmek istediğim birşey var.
Doğan kitap çok bilinen ve popüler bir yayınevi olmasına rağmen maalesef yayınladığı kitapların sorumluluğunu alan bir yayınevi değil.Sanatsal ve kurumsal kaygısı ise oldukça düşük.Kısa bir süre öncesine kadar istenen bedeli ödemesi halinde bir arkadaşımın kitabını yayınlayacaklarını belirttiler.Yani parayla kitap yayınlayan bir ticari kuruluştan bahsediyoruz. Ben örneğin bundan sonra Doğan Kitap;'tan çıkan kitaplar konusunda daha seçici olacağım.Konumuzla ilgisine gelirsek; Hakan Günday'ın çok ciddi bir editoryal desteğe ihitiyacı var.Pohpohlayıcılara, aferimcilere, "sen ne dahi yazarsın be abicimciler" Günday'ın bünyesine fevkalade zararlı.Elinde giyotinle işe girişen bir editor tarafından bu yayınlanmış eserin son derece gereksiz öz bilinç yoksunu bir yüz sayfasının derhal kitaptan atılması gerekli.
Günday anti entellektüel öfkeli bir aksiyon adamı tadında başladığı romanın orta yerinde birdenbire Avrupa tarihini anlatmaya başlıyor, yine ilerleyen bölümlerde Ziya Hurşit'in hayatı bahanesiyle metnin içine hiç ama hiç yedirilememiş birsürü gereksiz bilgi var.Syf 156'da "...bir kitapta okuduğum gibi..." sonra devamındaki paragrafta."...yine bir başka kitapta okuduğum gibi..." diye giden bir bölüm var ki artık kitabı elimden bırakıp derin bir nefes aldım. Tamam Hakan çok kitap okuyorsun anladık diyesim geldi.Bu bilgilerin romanın akışına hiçbir katkısı yok üstelik.
Roman tekniğine son derece aykırı okurken beni irkilten bazı yerler var.Örneğin syf 131'de ...Ne diyorduk Berlin'de kalmıştık değil mi?..Ne dediğini unutan bir hayalet! Bu cümleden sonra, birazdan da "Pardon ayağına bastım" demesini ya da yazar kahramanın ensesine şaplak atmasını falan bekliyorsunuz.
Cem Yılmaz'dan beridir Türk sinemasında bir gelenek oluştu; karakterler artık kızkardeşine tecavüz edenlere, babalarını soğan tahtasında doğrayanlara Kahretsin Alçaklar demiyor alenen argo haznemizi genişleten küfürler ediyorlar hatta ünlü aktörlerimiz kim daha iyi küfrediyor yarışı içindeler.Aynı gelenek edebiyata'da yansımış durumda.Benim küfür meraklılarına bir tavsiyem var.Yerli yersiz kullanıyorsanız tonunu adabını tutturamıyorsanız hiç yanaşmayın. Nedenini öğrenmek isterseniz Bkz: Perihan Mağden Radikal Gazetesi; Bir Erkeklik Aleti Olarak Argo. Romanın başından sonuna defalarca işittiğimiz .. koyayımlar son derece gereksiz ve yersiz. yok yere seviyeyi düşürüyor.
Syf 167'de "kanımdaki daimi kızgınlık oranı" tabir icad etme çabalarımızın duvara tosladığı ender zamanlardan biri
Syf 198'de O an,,İşte o an.. O anlama anı.." diye devam eden cümle sanki kuvvetle anlatmak istediği bir duyguyu anlatamayan "nasıl anlatsam bilmem ki" diyen birini hatırlatıyor.Bir türlü anlatamıyor yani.Bir türlü bu anla ilgili şiddetli duygusunu kağıda geçiremiyor...
Syf 227'de Jeologlara sabırtaşının sertlik derecesini sormak lazım deyişi maalesef ama maalesef çok kötü bir espri.İşte giyotinli editörü özellikle bu tür cümleler için istiyorum ben...Romanın sonlarına doğru Born To Be Wild şarkısı inkılap tarihimizle birleşen bir göndermeye dönüşünce artık oturduğum koltuktan zıplıyor ve romanı bitirmek için insanüstü bir çabaya girişiyorum.Yine de herşeye rağmen beğendiğimiz dizeleri ve Nevzat Çelik'i bize tanıttığı, hatırlattığı için teşekkur ediyorum sayın yazara...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder