21 Eylül 2010 Salı

SOĞUKKANLILIKLA


Ben ne tuhaf biriyim yahu! Gecenin bir yarısı normal insanlar sevgilisine şiir falan yazar ben oturmuş bir cinayet romanına blog yazıyorum. Neyse efendim sevgili blog ahalisi siz de bendeninizi böyle kabul edin, ben de dışavurayım kendimi.Bu kitapla ve ince sesli Truman Capote’la tanışmam, Capote’nin (kapoti diye okunuyor) hayatını anlatan film vesilesiyle oldu. Philip Hoffman’ın (Bkz. http://www.imdb.com/title/tt0379725/) başarıyla canlandırdığı karakter, nevrotik ve eğlenceli, alt sınıftan gelme , burjuva çevresinde pek sevilen, esprili bir adamdır. Filmin tabii en esaslı tarafı hikayesini yazdığı olayı araştırmak için gittiği kasabada suçlularla kurduğu ilişkiler.Bütün bir süreci inceleme şansına sahipiz. Olayların oluşu, kitabın yazılışı ve sonrası.
Yeri gelmişken hikayeden bahsedelim. Hayatı yetimhanelerde ve cezaevlerinde geçmiş iki adam kısa süreli işçi olarak çalıştığı bir çiftlikteki baba, anne ve çocukları hunharca öldürür ve yargılama sürecinin ardından idam edilir.Adamın çiftlik sahibiyle, öldürdüğü kişilerle hiçbir alıp veremediği yoktur.Öylesine işlenen bir cinayet ve idam vardır ortada. Filmi izledikten sonra kitabı aldım ve okudum ve açıkçası olayı tüm
açılardan görme şansı buldum. Capote’nin başarısı sıradan birinin “İyi olmuş caniye, idam edilmiş” deyip geçeceği bir olayı insani açılardan ele alması. Bunu söylemek kolay tabii ama bu adam bu noktaya nasıl geldi? iddia makamının iddia ettiği gibi gerçekten de cezai ehliyeti olan aklı başında biri miydi? Capote, katiller Perry ve Dick’le konuşmak için gittiği koğuştaki diğer idam mahkumlarının hikayesini de aktararak; okuru “Suçlu gerçekte kim?” sorusuyla başbaşa bırakıyor.
Perry kaldığı yetimhane de rahibelerin kötü davranışlarına maruz kalıyor. Hayatı boyunca çok az bağ kurma şansı buluyor vs.. Açıkçası beni Truman Capote hakkında yazmaya iten pek yakında bu blogda bahsedeceğim bir başka kitap; Yazarın Odası. Kitap ünlü yazarlarla yapılmış yazma üzerine röportajları içeriyor ve Stephen King röportajından sonra en ilgimi çeken Capote’inki oldu.
Capote iyi bir yazarın kafasında yazacağı öyküyü oluşturduktan sonra öyküye dair hiçbir hissi olamayacağını, sadece hikayenin gereklerini yerine getireceğini söylüyor.Soğukkanlılıkla, adı gibi ve işlenen cinayetler gibi soğukkanlılık ve uzak bir mesafeyle yazılmış bir roman.Bu durum başlarda da ifade ettiğim gibi yazarın da okurun da olaylara mesafeli ve dolayısıyla tarafsız bakmasını sağlıyor.
Bugün Perry ve Dick’i idam ettik. Peki Perry ve Dick’i anlamazsak, onların iç dünyalarına girmezsek Perry ve Dick’leri üreten sistemi nasıl değiştireceğiz sorarım size. İki genç adamı idam etmek kolay ama yetimhanelerde süregelen düzensizlikleri yetersizlikleri düzeltmek o kadar da kolay değil.Tüm bunlar mangalda kül bırakmayarak en ağır cezaları savunmaktan ziyade toplum için birşeyler yapmayı, yürüyen bozuk düzene karşı çıkmayı gerektiriyor.Amerika’da elli tane denetimden geçen, bağımsız bir medyayla desteklenen, bir sistemde bunlar oluyorsa bizde neler olduğunu düşünmek bile istemiyorum.Ki yakın zamana kadar televizyonlarımızda izledik.İlkokul mezunu insanlara emanet edilen yüzlerce yetim çocuk.
Sonuç olarak; gerçek olayları anlatan bu roman, edebiyatın gereklilik ve gücünü ortaya koyuyor. Suçluyu ve suç mekanizmalarını anlamak. Suçluların iç dünyasını görmek. Bana sorarsanız aylarca birebir ilişki kurduğu adamların idamı , katillerden bizzat dinlediği vahşi cinayetlerin ağır yüküyle yaşamak zorunda kalan ve bir nevi intiharla ölen Capote’ın eserleri insan olmak yolunda attığımız adımların en önemlilerinden sayılmalıdır.Kendi çocukluğu Perry’ninkine benzer yetimliklerle geçen Capote bu acılara edebiyatla sanatla karşılık verenlerden…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder